Zamanın Simyası Bölüm-I
Güneşin batarken
yeryüzüne ulaşan kızıl ışıkları, bulutların uçlarına değiyor ve ortaya çıkan bu
muhteşem sonbahar manzarası, kervandaki yolculara eşlik ediyordu.
Yolculuklarının bitimindeki zorlu kısım olan Kaplan Dağlarını da aşmışlar ve
taşları gün batımında parıldayan Yıldız Kalesi’ne yaklaşmışlardı.
"Madem bu
birlikte son görevimiz o zaman vardığımızda sana soğuk bir bira ve yanında
kızarmış tavuk ısmarlayayım." Diye sessizliği bozdu Demir. Atını kervanla
arasında belirli bir mesafede tutarken, bir yandan da yıllardır dostu olan
Toprak'a bakıyordu. Yollarının ayrılacağını öğrendiğinden beri içini garip bir
hüzün kaplamıştı çünkü uzun zamandır birlikte olmanın verdiği bir alışkanlık
vardı. Her ne kadar Kolcuları bırakmanın Toprak için daha iyi olduğunu bilse
de, bir çok insan gibi o da alışkanlıklarından kopmak istemiyor ve onu kalma
konusunda ikna etmeye çalışıyordu.
" Artık
yaşlandım. Bu uzun yolculuklar her yerimi ağrıtıyor." Diye homurdandı
Toprak. Geçen yıllar sakalında beyazlar oluşturmuş ve göbeği de büyümüştü.
"Hem kızlarım ve karımla daha fazla vakit geçirmek istiyorum."
İkisi de geçen
zamanla yıpranan aynı deri üniformayı giyiyordu. Demir, geniş omuzları, iri
kemikli yüzü ile kolcuların geleceğini temsil ederken; Toprak’ın yüzündeki çizgiler
ve kalın kaşlarının altındaki gözleri, tecrübenin belirtisiydi. İyice
acıkmalarına rağmen grubun en arkasından giderek güvenliği sağlıyorlardı.
Yırtıcı hayvanların bulunduğu ormanları geçmişler ve görevlerini sona erdirmek
üzereydiler. Fakat, küçük yaşlardan itibaren aldıkları eğitim sayesinde görev
bitene kadar yerlerinden ayrılmayacaklardı.
Demir, karanlığa
kalmadan kaleye yetişebileceklerinden ötürü rahatlamış. Konuşurken bir yandan
da manzaranın keyfini çıkarıyordu. Yanındakine dönerek devam etti. "Senin
gibi bir adamın bütün gün oturup ticaret yaptığını düşünemiyorum."
Toprak inatçı bir
yüz ifadesi takınarak cevap verdi. "Yarık Vadi Savaşı’ndan ve Beyaz Kale
kuşatmasından sağ çıktım ve yıllardır sağa sola koşturuyorum. Benden bu kadar."
"Bak sana
söylüyorum. bir yıla kalmaz göbeğin iki katına çı..." derken, dostunun
yüzündeki garip ifadeden dolayı Demir cümlesini tamamlayamadı.
Toprak yayın
kirişinden çıkan sesi fark etti ve Demir'i omuzundan ittirdi. Ok, az daha
atından düşecek olan Demir'in başının üzerinden geçti. Arkadaki kolcuları hedef
alan ikinci ok ise Toprak'ın atına isabet etti ve zaten kötü pozisyondaki
binicisini sırtından atarak koşturmaya başladı. Atının üzerinde tekrar doğrulan
Demir yere yuvarlanan dostuna seslenirken bir yandan da arkasına bakarak
saldırıyı gerçekleştirenlerin kim olduğunu anlamaya çalıştı.
Çalıların arasında
tekrar oklarını hazırlayan saldırganların karartılarını gördü. Kaba bir dilde
ne dedikleri anlaşılmasa da , hedeflerini vuramadıkları için küfür ettikleri
belliydi. Okçuların yanından fırlayan atlıları gördüğünde, zor bela ayağa
kalkmış dostuna elini uzattı.
Toz içinde kalan ve
sol omuzunda büyük bir acı hisseden Toprak yaklaşan atların gümbürtüsünü
duyduğunda arkasına baktı. Uzun kılıçları parlayan atlılar, büyük bir hızla
kervana doğru yaklaşıyordu.
Toprak bir hamleyle
Demir’in elini tutarak arkasına atladı ve bir yandan bağırarak önlerindeki
kafileye doğru ilerlediler.
Kervanda iki yük
arabası, önde giden bir atlı kolcu, hemen arkasında da onu takip eden kervan başı,
aralarda yükledikleri hayvanları çeken tüccarlar, çeşitli nedenlerle gruba
katılan seyyahlar ve bir düzine kadar da uzun kalkanları ile yürüyen kolcu
vardı. Kervandakiler arka taraftaki hengameyi duyunca bir anda korku içinde
bağırdılar. Geniş kalkanları ve uzun mızraklarıyla kolcular da hemen kervanın
arkasına doğru koşturdular. Demir ve Toprak gruba ulaştıklarında Toprak attan
atlayarak emirler yağdırmaya başladı. Kalkanlarını birbirine yaklaştırıp
mızraklarını kavrayan birlik saldırganların görüntüleri belirginleştikçe
istemsiz bir şekilde gerilemeye başladı.
Önde ”V” şeklinde
dizilen üç atlı ve arkalarında en az 20 baltalı savaşçı kükreyerek tepeden
yaklaşıyordu. En önde gelen atlı diğerlerinden farklı olarak miğfer ve
ağır zırh kuşanmamış olmasına rağmen, belirgin bir şekilde daha iriydi. Yüzüyle
zıtlık oluşturan sarı saçları ve oldukça karanlık bakışları vardı. Bir eliyle
tuttuğu devasa balyoz bile yüz ifadesinden daha fazla korku salamıyordu.
Toprak, kolcuların ne olursa olsun hizalarını bozmaması için bağırıyor bir
yandan da onları itekliyordu.
Çarpışma çok
gürültülü ve sert oldu. Atlılar kolcuların saflarını büyük bir çatırtıyla delip
geçtiler. Çok geçmeden koşarak atlıların arkasından gelen eli baltalı savaşçılar
da bu çatışmaya katıldılar.
Toprak' ın çembere
alındığını gören Demir atını sertçe sürecekken karşısına iri cüssesiyle
saldıganların lideri çıktı. Gözleri mavi ve siyah karışımıydı. O devasa balyozu
küçük bir kılıç gibi savuruyor, kolcuların kalkanlarını parçalıyordu. Demir
aniden üzerine atıldı. Gafil avlayacağını düşünürken, hısmı sanki orda olduğunu
biliyormuşcasına, döner dönmez çok hızlı bir şekilde silahını savurdu. Son anda
kaçmak istese de bu atağa yakalanan Demir, omuzundan aldığı darbeyle atının
üzerinden geriye adeta dönerek uçtu.
Kendine geldiğinde
ne kadar zamandır bilincini kaybettiğini bilmiyordu ama etrafındaki çatışma bir
katliama dönüşmüştü. Kırık kemiklerinin acısına dayanarak gözlerini açtığında
etrafta kaçışan seyyahların bir bir öldürüldüğünü gördü. Biraz ileride
Toprak’ın hayat enerjisinin çekildiği soluk gözlerine baktı. Sonuna kadar iyi
savaştığı etrafındaki düşman cesetlerinin sayısından belliydi. Demir'in
içindeki öfke ağaçları yerinden sökecek kadar fazla olsa da bedeni ayağa
kalkacak güçte bile değildi.
Büyük bir nefretle
kendisini yere fırlatan saldırganı aradı gözleri. İki savaşçı, yük arabalarının
birinden, göründüğünden oldukça ağır gözüken küçük bir sandığı indiriyordu.
Uzun sarı şaçlarıyla arabaya doğru yaklaşan liderleri için yere bırakıp başında
beklediler.
Birden aralarına
asasıyla seyyahlardan biri girdi. Çevik bir şekilde sandığı taşıyanların
üzerine atıldı. İlkini gafil avlarken ikincisi hemen karşılık verdi. Asasıyla
kendini koruyan seyyah yumruğu ile kalın zırhlı savaşçının göğsüne vurdu.
Savaşçının ayakları yerden kesildi ve yaklaşık 3-4 metre kadar öteye düştü.
Demir, gözleri kan ve tozla dolu olmasına rağmen yumruğun zırha değmediği
konusunda yemin edebilirdi. Seyyah geri döndü ve sandığın önünde durarak
kukuletasını kaldırdı. Keskin bakışlarını olup biteni sakince izleyen balyozlu
savaşçıya çevirdi.
"Asla amacına
ulaşamayacaksın Nilf'in piçi!" diye bağırdı. O çevik hareketlerine karşın
yüzü ve sakalındaki beyazlar yaşını ele veriyordu. Sıradan biri gibi
giyinmesine rağmen bakışları ve duruşu asil bir kişi olduğunu gösteriyordu. Demir,
nasıl olmuştu da bu zıtlığı daha önceden fark edememişti.
"Sana boyun eğmeyecek olan özgür ruhların sonu yok! "
Saldırganların
lideri elindeki balyozu yere bıraktı ve seyyahın üzerine doğru yürümeye devam
etti. Seyyah büyük bir haykırışla asasını savurdu ama rakibi basit bir şekilde
havada yakaladı. Çaresiz bir şekilde yumruğuyla atak yapsa da o da iri
savaşçının avuçlarının içinde kilitli kaldı. Acıdan dizlerinin üzerine çöken
seyyah bir şeyler mırıldanıyordu. Savaşçı ise seyyahın
boğazını sıkarak havaya kaldırdı. Parmaklarıyla önce boynunu kırdı sonra da kabaca
bir şeyler mırıldanarak cansız bedeni kenara fırlattı.
Saldırganların
lideri, sandığın önüne gelip törensel bir şekilde iki dizinin de üzerine çöktü.
Tam kapağını açacakken yanına gelip dikilen biri, Demir'in görüş açısını kapattı. Yukarıya doğru bakınca,
gelen kişinin, çatışma alanında kalan yaralıları infaz eden saldırganlardan
biri olduğunu anladı. Çift taraflı balta aşağıya inerken, sakin bir şekilde ve gözlerini kırpmadan yaşamın bu
bölümünün sona ermesini bekledi...
Yorumlar
Yorum Gönder
Peki ya sence?