Acı ve Ötesi
Bu yazının parçası
Öyle bir his ki bahsetmek istediğim, sanki kalbiniz dikenle kaplı bir kafeste ve her atışında batıyor. "Atmasın artık dayanamıyorum!" diyorsun. "Bu hayat, bu acı bitsin artık."
Ama dayanıyorsun, kaçamıyorsun yaşamaktan. Bu sefer de kafes daralıyor.
Biri almış avucunun içine kalbini var gücüyle sıkıyor. Bıraksın artık diye ellerinle ulaşmaya çalıştıkça daha da derinleşiyor acı. Derinlere indikçe de nefes alamıyor yutkunamıyorsun. Boğazın öyle düğümlenmiş ki miden açlıktan yapışsa bile bir şey geçmiyor.
Dışarıdan bakınca anlaşılmasın diye takındığın tavırla arandaki mesafe, git gide artıyor. İçmek istiyorsun, çünkü kendinden bu kadar uzak yaşamak dayanılmaz oluyor. içince oturup hıçkıra hıçkıra ağlayamasanda, bir kaç damla göz yaşının akmasına izin veriyorsun. Haykıramıyor, bağıramıyorsun belki ama gözlerinle kusuyorsun öfkeni, kırıp dökemesende etrafı, şişeyi sertçe vuruyorsun masaya.
Görüyorsun ki yeterince içip daha fazla kendin olmaya bile cesaretin yok.
Kızgınlığın kime bilmiyorsun belki ama, her şey insana dair bunu biliyorsun. Suçlu yok.
Peki neden bu öfke, bu kızgınlık kime? Kendime mi? Cevap yok.
Arada bir şey oluyor seni hazırlıksız yakalayan. Gırtlağına biri sopayla vurmuş gibi kalıyorsun. Öylece, taş gibi. Her şeyi taşıran bu son damla, bazen bir haber oluyor -küçük, masum bir çocuğun hayattan koparılışının-. Bazen de kendini başkaları için feda eden, halkın içinden birinin hikayesi. Ya da fark ediyorsun büyük bir acıyla, o dünyanın en güzel gözleri sana bakmıyor artık...
Yorumlar
Yorum Gönder
Peki ya sence?